
50. Sünnet günü kutlaması
İşten ayrılacağım günün sabahıydı. Sade bir veda planlamıştım. Yemek söyleyecektik, herkes masaya oturacaktı. Ne konuşma, ne süs, ne gösteri. Sadece bir sofra, bir tebessüm.
Ama böyle sessiz gitmek de olmazdı. Ben de içine küçük bir şaka kattım.
Yemek organizasyonunda yardım etmek için Klaus’a başvurdum. Klaus meraklı birisi.
“Ne için bu yemek?” diye sormaya başladı. Ben de o anda uyduruverdim:
“Klaus, söyleyeceğim ama kimseye anlatma… Bugün benim 50. sünnet günüm.“
Bir an sustu. Sonra gözleri büyüdü, elimi sıktı:
“O zaman bu çok özel bir gün! Elbette sana yardım ederim!”
Ben ciddi ciddi tembih ettim: “Sakın söyleme Klaus, süpriz olsun.”
Ama içimden gülüyorum: Çünkü Klaus’un bunu tutmayacağını biliyorum, ayrıca tutmamasını da diliyorum. O heyecanla patlayacak.
Yemek saati geldi. Masa kuruldu, iş arkadaşlarım davet edildi. Klaus’un içi içine sığmıyor. Ve sonunda dayanamadı, bağırdı:
“Siz neden Selahattin’i kutlamıyorsunuz ya? Bugün onun 50. sünnet günüymüş!”
Bir anlık sessizlik oldu. Sonra Türk çalışanlar kahkahadan yerlere yattı. Klaus ise ortada saf saf etrafa bakıyordu:
“Ne oldu? Neden gülüyorsunuz?”
İşte kültür farkı tam burada vurdu. Klaus, sünnet gününün 50. yılında kutlanabileceğini hiç sorgulamadı. Ne saçma buldu, ne şüphe etti. Ona göre bir insan böyle bir şeyi uydurmazdı.
Ama bizde olsa?
“Yemin et lan.” “Bak vallahi billahi demedin, kesin yalan.” “Dur anneni ara, o da yemin etsin.” “Ben sana inandım ama abim hâlâ şüphede.”
Buralarda saçma şeyler uydurmak bir gelenektir. Bizim mahallede saçma şaka, ciddiyetten daha kıymetlidir. Ben de işte o bilinci taşıyarak kurmuştum bu oyunu.