
Dayı olmak
Adın Gölgesinde Büyüyen Bir Unvan
Dayıhane’nin ismini duyup da “Neden Dayı?” diye soranlara küçük bir cevap…
Bu sadece bir lakap değil, yıllar içinde şekillenmiş bir kimlik meselesi.
Bana “dayı” denmeye başlamadan çok önce de bir şekilde dayıydım aslında. Ama bu ne bir lakaptı, ne de omuzda taşınan bir apolet… O unvan, zamanla kendiliğinden yakıştırıldı. Sessizce üzerime oturdu, sonra içimde yer etti.
1980’lerin başıydı. Mahallenin gençlerine saz kursu veriyordum. İçlerinde öz yeğenim de vardı, komşunun oğlu da, sokaktan tanıdık simalar da… Derste “Selahattin Abi”yle başlanmıştı, ama bir noktadan sonra ağızlar kendi yolunu buldu:
“Dayı!”
İlk kim söyledi, kim peşine takıldı, hatırlamıyorum bile. Ama bir baktım ki Selahattin adı yavaşça arka plana çekilmiş. “Dayı” öne geçmiş.
Yıllar aktı. Saz kursu bitti, çocuklar büyüdü, hayat başka sokaklara saptı. Ama nereye gitsem, karşılaştığımda “Dayı ne haber?” cümlesiyle karşılandım.
Kimse “Bu adamın gerçek adı neydi?” diye merak bile etmedi.
Bir gün biri “Selahattin şöyle yaptı,” deyince, yanımdaki eski bir dost şaşırarak “Kim o? Tanıyor muyuz?” diye sordu.
Güldüm.
O kadar çok olmuş ki… Dayı, adımı bile unutturmuş.
Sonra bir baktım ki sadece mahallenin gençlerine değil, yakın çevremdeki dostların çocuklarına da dayı olmuşum. Hatta öyle ki, Ezgi beni hep “Dayı Amca” diye çağırırdı. O kadar içten, o kadar inanarak söylerdi ki…
Belki şimdi onun kendi çocukları bile vardır, kim bilir? Belki bir yerlerde, “Benim çocukluğumda bir Dayı Amca vardı,” diyordur birilerine.
İşte o zaman anladım ki:
Dayılık artık adımın önüne geçmiş.
Bir gün bir lakap gelir,
Bir omuz sıvazlanır,
Bir çocuk “dayı” der…
Ve artık kim olduğunu o ses belirler.
